İki deprem arasında

Ama asıl bombayı patlatan İçişleri Bakanı Soylu oldu. Bakan muhalefetin kazanması durumunda seçimlerin bir “darbe” olacağını belirterek: “14 Mayıs bir siyasi darbe girişimidir. Bu kadar açık ve net söylüyorum. 14 Mayıs Batının Türkiye’yi tasfiye etme planıdır” şeklinde açıklamaktan -kendisinin de altını çizdiği gibi- hiç “çekinmedi”. Yani, AKP ve ortakları kazanırsa seçimlerin demokratik, muhalefet kazanırsa “darbe” olacağını açıkça ve fütursuzca söyleyen, polis, jandarma gibi silahlı yaptırım güçlerinin başında olan kişiydi!

Türkiye 6 Şubatta  büyük bir deprem afeti yaşadı. Bu felaketle beraber gelen bir ikincisi de TC Devletinin depremi oldu. Enkazların altında kalan binlerce insanın dramıyla birlikte, devletin temel kurumlarının da yerle bir olduğunu izledik. 21 yıllık AKP  iktidarı boyunca, tüm devlet kurumlarının (zaten çok matah olmasalar da) nasıl çöktüğünü gün be gün izlememize rağmen, ne denli harabe olduklarını depremle birlikte bir kez daha gördük. Öyle ki, her gün sabah şaşkınlıkla  “ağzımızı açık” bırakan haberler yüzünden ağzımızı kapatamadan günler geçti. 

Kahramanmaraş-Malatya depreminin üstünden neredeyse 3 ay geçti. Bu geçtiğimiz sürede neler görmedik ki… Günlerce enkaz altında kalan canların bizim kulaklarımıza kadar gelen ama AFAD, Kızılay, Ordu ve en önemlisi iktidarın duymadığı/duyamadığı  sesler enkazlar altında sustu. Türkçeye bir deyim olarak giren, “karşılıksız iş/iyilik yapmak” anlamında kullanılan “Hilal-i Ahmer” yani Kızılay’ın 11 şirketlik bir holdinge dönüştüğünü, çadırları ve hatta çorbayı bile yardım kuruluşlarına sattığını bu deprem felaketiyle öğrendik. Kızılay Başkanının gelen eleştirilere karşı söyledikleri karşısında biz utandık ama O utanmadı. Bu geçen 3 aya rağmen hala çadır bile bulamayanların tepkilerine sessiz kalan iktidar yetkililerin büyük bir aymazlıkla verdiği “deprem bölgesinde herkese devletin elinin uzandığı” mesajlarını bol bol duyduk.

Yani, resmi rakamlara göre, hayatını kaybeden  50 bin insana,  yıkılan, hasarlı yüzbinlerce binaya ve evsiz kalan milyonlarca kişiye, yakınlarını, işlerini, yurtlarını kaybetmiş depremzedelere rağmen, deprem bölgesinde asayiş berkemal… Utanmazlık ise, ses hızını aşarak “sonik patlamalara” ulaştı!  

Bunların yanısıra, depremin yaralarının sarılması için göstermelik temel atmaların dışında bir varlık gösteremeyen “enkaz iktidar” seçim mitinglerinde saldırganlığını giderek arttırmaya başladı. Seçimlere 2 hafta kalmışken, bir yandan Kürt bölgelerinde gazeteci, STK üyeleri, avukatlar  tutuklanır, Yeşil Sol Parti milletvekili adayları göz altına alınırken, diğer yandan iktidarın ağır topları da bizzat ayrımcı, tehditkar ve hakaret  söylemleriyle bu ülkedeki demokrasinin son kırıntılarını da yok etme yarışına girmektedir.

Adalet Bakanı ve milletvekili adayı Bekir Bozdağ: “14 Mayıs akşamı Türkiye’de iki fotoğraftan biriyle karşılaşılır. Ya şampanya patlatıp bunu sabaha kadar kutlayanlar olacak ya da temiz alnını şükür için secdeye koyup Rabb’ine hamdedenler olacak… Siz olsanız bir yere giderken ailenizi Kılıçdaroğlu’na mı emanet edersiniz Tayyip Bey’e mi emanet edersiniz? Ailemizi emanet edemeyeceğimiz insanlara ülkemizi lütfen emanet etmeyelim” diyerek Türkiye’nin makbul vatandaşlarının sadece AKP’ye oy veren müslümanlar olduğunu bir kez daha bize hatırlattı.

Ama asıl bombayı patlatan İçişleri Bakanı Soylu oldu. Bakan muhalefetin kazanması durumunda seçimlerin bir “darbe” olacağını belirterek: “14 Mayıs bir siyasi darbe girişimidir. Bu kadar açık ve net söylüyorum. 14 Mayıs Batının Türkiye’yi tasfiye etme planıdır” şeklinde açıklamaktan -kendisinin de altını çizdiği gibi- hiç “çekinmedi”.

Yani, AKP ve ortakları kazanırsa seçimlerin demokratik, muhalefet kazanırsa “darbe” olacağını açıkça ve fütursuzca söyleyen, polis, jandarma gibi silahlı yaptırım güçlerinin başında olan kişiydi!

Ancak, hakaret, yalan, saldırganlık, aslı astarı olmayan suçlamalar iktidar temsilcilerinin beyanlarının temelini oluştururken, tahammül sınırlarını zorlayan yandaş televizyon kanallarında, seçimlere ilişkin sokaktaki vatandaşlar ile yapılan röportajlarda ilginç görüntülere ve saptamalara rastlıyoruz; hayat pahalılığının nedeninin Kılıçdaroğlu olduğu, muhalefetin arkasında ABD’nin (ezeli düşman!) darbe planlarının olduğunu söyleyenden, dindar kadınların başlarını açmak zorunda kalacaklarına, muhalefet iktidara geldiğinde, bütün teröristleri serbest bırakacaklarına, komplo teorilerine kadar birçok suçlama duyuyoruz. Bu yalan diline itibar eden büyük bir seçmen kitlesinin varlığı ise, Goebbels’in ünlü “Yalan ne kadar büyük olursa, o kadar geçerli olur” sözlerinin bize hala ve maalesef! geçerliliğini hatırlatıyor.

Görünen odur ki, bu önümüzdeki 2 hafta iktidarın dili daha da şiddetlenecektir. Hatta seçimleri muhalefetin kazanması durumunda şiddetin dillerde kalmayarak eyleme dönüşmesi bile beklenebilir.

İşte, 14 Mayıs seçimlerinde, “makbul olmayan” vatandaşlar olarak, 6 Şubat depremi kadar yıkıcı olan bu “devlet depremine”  rağmen ve artçılarının daha da şiddetli olabileceğini bekleyerek oy kullanacağız.

Saime Tuğrul

Siyaset Bilimci, Doçent Dr, akademisyen.

İlgili Makaleler


Son makaleler