Yine mi Mağdurlar? – Marc Pierini | Carnegie

“Türkiye’de yaşayan Suriyeli mültecilerin geri dönüşüne dair uygun koşullar ve temel hassasiyetler garanti altına alınmalıdır.”

Marc Pierini’nin 17 Ocak 2023 tarihinde Carnegie Europe‘da İngilizce olarak yayımlanan makalesine buradan ulaşabilirsiniz.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (UNHCR) göre 31 Aralık 2022 itibariyle Türkiye’de 3.535.898 kayıtlı Suriyeli mülteci bulunmaktadır. Nispeten iyi uyum sağlamış olsalar da, ülkede artık bir “mülteci yorgunluğu” var. İktidar ve muhalefetteki siyasi partilerin çoğu, mültecileri, iç savaşı sona erdirmeye yönelik uluslararası onaylı bir anlaşmanın bulunmadığı Suriye’ye geri göndermek istiyor. Suriye ile Türkiye arasında da normalleşme sağlanabilmiş değil. Bu da mülteciler için zehirli bir siyasi kokteyl anlamına geliyor.

Türkiye’nin Suriyeli mülteciler lehine izlediği politika 2015’ten bu yana uluslararası alanda övgü topladı ancak şimdi ani bir geri dönüş yaşanıyor. Bunun nedeni ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kriz, yaklaşan seçimler ve Rusya-Türkiye arasındaki karmaşık ilişkiler.

On yıl boyunca Suriye’de rejim değişikliğini tetiklemeye çalışan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kısa bir süre önce “siyasette ebedi küslük olmaz” diyerek Suriye Devlet Başkanı’na karşı üslubunu yumuşattı ve hatta Beşar Esad’la görüşeceğini ima etti. Esad ise buna son derece sağduyulu bir şekilde karşılık verdi ve Suriye’nin Türkiye’den askerlerini Suriye’de faaliyet gösterdikleri dört bölgeden çekmesini talep ettiğini hatırlattı. Türkiye’nin yaklaşımındaki değişikliğin arkasında gerçek nedenler var.

Avrupa Birliği’nin 2016’dan bu yana 9,5 milyar Avro (bugünkü kurla 10,2 milyar Avro) tutarındaki muazzam yardımıyla Suriyeli mültecilerin Türkiye’ye entegrasyonu genel olarak başarılı olsa da, mülteciler iktidardakiler için bir yük haline geldi. Özellikle büyük şehir merkezlerinde halk tarafından genellikle “Türklerden iş çalmakla” suçlanıyorlar. Buna ek olarak, Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’nden (AKP) politikacılar 2019 yerel seçimlerindeki feci performanslarının suçunu mültecilere atma eğilimindeler.

İkinci olarak, AKP ve Milliyetçi Hareket Partisi arasındaki iktidar koalisyonuna muhalif partiler, Esad ile bağların yenilenmesi ve mültecilerin geri gönderilmesi konusunda seslerini yükseltiyor. En büyük muhalefet partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi, “Suriyeli kardeşlerimizi iki yıl içinde davul zurnayla geri gönderme” vaadinde bile bulundu. Erdoğan 2022 baharında mültecileri geri göndermemekle övünürken, şimdi muhalefetin popüler duruşuyla aynı hizaya geldi.

Üçüncüsü, daha birkaç hafta önce Rusya Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusunda beşinci bir askeri operasyona girişmesini engellerken aynı zamanda Ankara’yı Moskova’da Rus mevkidaşlarının ev sahipliğinde Suriyeli ve Türk savunma ve istihbarat şefleri arasında yapılacak bir toplantıya katılmaya zorladı. Üç ülkenin dışişleri bakanları arasında yakında yapılacak bir toplantı bazı geçici ilerlemelerle bile sonuçlanabilir. Ancak bu toplantılarda her katılımcı farklı öncelikler izleyecektir. Ankara için amaç Şam ve Moskova’dan güvenlik garantileri almak ve mülteciler için bir geri dönüş politikası uygulamak. Esad’ın açıkladığı hedefler ise Türk güçlerinin Suriye’den tamamen çekilmesini sağlamak ve Erdoğan’a seçim desteği vermemek. Moskova ise Suriye’de devam eden liderliğini ve Türkiye’yi belirleyici bir şekilde etkileme kapasitesini yeniden teyit etmeye çalışıyor.

Bu karmaşık iç ve dış dinamikler, Türkiye’nin liderliğinin seçim ihtiyaçlarından ve mevcut uluslararası bağlamdan etkilenmektedir. Ancak uluslararası toplum bunun yerine meselenin insani yönüne odaklanmalı ve Türkiye’deki 3,5 milyon Suriyeli mültecinin akıbeti hakkında endişelenmelidir. Bu Suriyeliler, her biri içeride ve dışarıda vahim durumlarla karşı karşıya olan üç otokrasi arasındaki siyasi pazarlığın kurbanları olabilirler.

Suriye’ye geri dönen Suriyeli mültecilerin maruz kaldığı riskler, Türkiye’de şu anda sahip oldukları bir nebze yasal ve sosyal koruma ile kıyaslandığında çok daha fazladır.

İlk olarak “gönüllü” ve “zorla” geri dönüş meselesi geliyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü yakın zamanda yaptığı bir çalışmada, geri dönüş belgelerinin Suriyeli geri dönecek kişiler tarafından imzalanma biçimine ilişkin olarak Türk makamları tarafından yapılan suiistimalleri belgeledi. Bu durum, Türkiye’nin “her ikisi de keyfi tutuklama ve gözaltı ile insanlık dışı ve aşağılayıcı muameleyi yasaklayan Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olmasına” ve “geri göndermeme” ilkesine bağlı olmasına rağmen meydana geldi.

Suriyeli yetkililerin mültecilere geri döndüklerinde bir dizi hak konusunda nasıl davranacakları konusunda da belirsizlik var. Bu haklar arasında kimlik belgelerinin alınması ve oy kullanma hakkının güvence altına alınması, kovuşturmadan muafiyet, temel hizmetler ve insani yardımın yanı sıra işgücü piyasasına erişim de yer alıyor.

Üçüncü bir soru ise geri dönenlerin Suriye’de geride bıraktıkları ev, arazi ya da işyeri gibi yıkılmış, hasar görmüş, el konulmuş ya da ellerinden alınmış olabilecek mal varlıklarını yeniden kazanıp kazanamayacaklarıdır. Mülkiyet haklarının belgelenmesinin ötesinde, binaların rehabilitasyonu da büyük bir görev olacaktır. BM Habitat 300,000 konutun yıkıldığını ya da ağır hasar gördüğünü ve 1 milyon kadarının da orta derecede hasar gördüğünü değerlendirmiştir. İkincil bir mesele de, Türkiye’nin oradaki varlığına ilişkin yasal bir çerçevenin bulunmaması nedeniyle, Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye yönelik mali desteğinin, örneğin yeni konut ve sosyal altyapının yanı sıra nakit ödemeleri de kapsayacak şekilde, nihai bir mülteci geri dönüşüne hazırlık için kullanılmasının imkansızlığıdır.

Hâlihazırda mevcut tek uluslararası mekanizma, Türkiye’nin Suriye içinde yerinden edilmiş kişilere sağladığı sınır ötesi insani yardımı içermektedir. Potansiyel geri dönüşler için etkili bir yasal çerçeve oluşturmak hem menşe ülke olan Türkiye’de hem de hedef ülke olan Suriye’de zor bir görev olacaktır. Türkiye’de geri dönüşleri hızlandırmaya yönelik siyasi motivasyona rağmen, her bir geri dönüşçünün kararının gönüllülük esasına dayandığını garanti altına almak ve mülkiyet beyanını düzgün bir şekilde kayıt altına almak için uygun bir prosedüre ihtiyaç duyulmaktadır. Suriye’de, geri dönenlerin mal varlıklarını geri almalarına ve hakları konusunda güvence elde etmelerine olanak tanıyan düzenli bir süreç oluşturulmalıdır. Etnik mühendislikten, örneğin Suriye’nin kuzeyindeki Suriyeli Kürtlerin yerine başka etnik grupların yerleştirilmesinden kaçınılmalıdır. Ayrıca tüm süreç uluslararası denetim altında olmalıdır. Suriye’de iç savaşı sona erdirecek gerçek bir siyasi sürecin olmaması işleri daha da karmaşık hale getirmektedir.

Bu tür görevler son derece karmaşıktır ve ancak BMMYK başta olmak üzere yetkili BM kurumları aracılığıyla tarafsız bir şekilde organize edilebilir. Mültecilerin düzensiz ve aceleci bir şekilde geri gönderilmesi, Ankara, Şam ve Moskova’daki siyasi konjonktürün, temel insan onuru gereklilikleri ve uluslararası hukukun önüne geçmesi anlamına gelecektir. İşte bu nedenle Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşmiş Milletler hemen harekete geçmelidir.

Marc Pierini, Carnegie Europe’da kıdemli araştırmacı olarak çalışmakta ve araştırmalarında Avrupa perspektifinden Orta Doğu ve Türkiye’deki gelişmelere odaklanmaktadır.

Yazı işleri departmanı

İlgili Makaleler


Son makaleler