Tiyatro ve hafıza

Nora Şeni

Geçenlerde Paris’in önemli tiyatrolarından le Rondpoint İranlı yönetmen Amir Reza Koohestani’nin oyunu “Transit Esnasında”yı (En Transit) birkaç haftalığına misafir etti.

Sahnede havaalanı transit bölümünü temsil eden soğuk, cam ve çelikten mamul bir alan, saydam sınırları sürekli değişen bir mekân… O mekânda pasaport polisinin zorla alıkoyduğu, orayı ne zaman terk edebileceklerini bilmeyen, sorularına cevap alamayan, niye bekletildiklerini sorgulamaya çalışan endişeli birkaç yolcu… Kıyafetleri günümüzün modasını yansıtmasına rağmen hangi zaman kesiminde, hangi ülkede olduklarına dair bir işaret yok.

Oyunun özelliği burada, çifte bir zamansallık sahneye koymasında. Bu zamanlardan biri 1940’ların başı, diğeri ise 2010’lu yıllar. İki kaynak besliyor bu oyunu. Biri Alman yazar Anna Seghers’in 1940’ta kaleme aldığı Transit romanı. Seghers bu romanda Nazi Avrupa’sından kaçmaya çalışan Alman muhaliflerin, Yahudilerin vize ve gemi bulmaya geldikleri Marsilya’da endişeli dolaşmalarını anlatır. Transit Esnasında’nın ikinci kaynağı oyunun yazarı Amir Reza Koohestani’nin 2018’de Münih havaalanında kısa bir süre zorla alıkonulma deneyimidir.

İşte oyunun becerisi de aynı sahnede, aynı anda iki ayrı zaman dilimini sergileyebilmesinde. Geçmişle bugün arasında, Avrupa ile dünyanın geri kalanı arasında asılı duran bu no mans land’da herkes transit halindedir.


Oyun ilgi gördü. Ancak bugün Avrupa’da bu çifte zamansallığı sahneye koymak cesaret isteyen bir iş. 1940’ların başında milyonlarca Yahudi’nin trajedilerini, -bunların arasına Walter Benjamin’in Fransa-İspanya sınırındaki intiharıyla tarihte yer yapmış “başarısız sınır geçme” macerasını da katmak gerek- tatsız ama kısa sürecek olan bir sınır bürokrasisi epizodu ile karşılaştırmak kolay bir şey değil. Bu karşılaştırma hem Nazilerin Yahudileri yok etme politikasının olağanlaştırılması (banaliser) olarak algılanabilir, hem de ölçekleri bu kadar farklı iki durumu ister istemez aynı kefeye koymanın ne derece anlamlı olduğunu sorgulatabilir.

Amir Reza Koohestani bu tehlikenin oldukça farkında olduğunu söylüyor.

Anna Seghers’in 1940’daki zamansallığı ile 2018’de kendi macerasının zamansallığını nasıl birlikte ele aldığı sorusuna şöyle cevap veriyor:

Bu hassas bir konu, çünkü kendi durumumu Nazi Almanyası tarafından zulüm gören Yahudilerin durumuyla karşılaştırmak istemiyorum. Ben, akıbetimin o tarihte Yahudilerinki gibi toplama kampına gönderilmek olmayacağını pekâlâ biliyordum. Ama iki durumda da ilerisini görmek, olayın nasıl gelişeceğini tahmin etmek mümkün değil ve bu hayli korkutucu. Dolayısıyla zamansallıkları karıştırmaya ve birbirleriyle titreşime sokmaya karar verdim. Dün, Avrupa’dan kaçıyorduk bugün Avrupa’ya girmeye çalışıyoruz.”!

İkinci dünya savaşı ve Nazizm’in getirdiği yıkım insanlığın kendine ve kurduğu medeniyete olan güvenini alaşağı etti. Avrupa’nın ortasında, medeniyetin en yüksek seviyesine erişmiş olduklarından emin olan ülkelerde gerçekleşen bu barbarlık, çözülememiş bir muamma gibi, yalnız Avrupa’da değil, tüm dünyada tarihçileri, siyaset bilimcileri, edebiyatçıları, film ve tiyatro yönetmenlerini insanlık tarihinde görülmemiş bu vahşete odaklanmaya sevk ediyor. Medeniyeti sarsan bu vaka sanatta, felsefede, siyasette etkilerini sürdürmeye devam ediyor. “Auschwitz edebiyatı askıya aldı” demişti Imre Kertesz 2002’de Nobel ödülünü alırken. Bu sözler elbette Alman felsefeci Adorno’nun ünlü “Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarlıktır ve bu gerçek, bugün şiir yazmanın neden imkânsız hale geldiğini açıklayan bilgiyi bile etkiler”[1] sözlerini çağrıştırıyor. Aynı konu çağdaş sanatçı Anselm Kiefer’in devasa eserlerinin merkezi, esası, ilham kaynağı olmayı sürdürüyor.

Bu barbarlık nasıl mümkün oldu sorusuna hâlâ cevap ararken, vahşetin tekerrür etmesi tehlikesinin nasıl bertaraf edileceği, aktif bir radyasyon gibi demokrasiyi kemiren gelişmelerin ön işaretlerinin nasıl anlaşılabileceği üzerine düşünmeye bugün de devam ediyoruz.

Türkiye’de ise bu sorunsallardan pek eser yok. Ne üniversitelerde İkinci dünya savaşını hazırlayan süreçler ve yıkım planları hakkında önemli bir eğitim ya da araştırma mevcut, ne de sanatçıların bu konuya “odaklanan” değilse de, referans veren kayda değer ürünleri var. Aydınları, sanatçıları bile içine alan bu ilgisizlik, beraberinde bilgisizliği ve düşünen dünyanın dışına düşmeyi getiriyor. Oysa Türkiye yıllardır Avrupa Birliği üyesi olmaya çalışıyor ya da çalışıyormuş gibi yapıyor. Ancak mensubu olmayı istediği kuruluşun en önemli varoluş nedeninin bu vahşetin bir daha dünyayı kasıp kavurmasına engel olmak, bunun için de barışı kutsamak olduğunu kavramıyor. Barışı korumanın en sağlam yolu demokrasiden geçtiği için mutlaka demokrasiyi her gün ve her yerde korumak olduğunu idrak etmiyor.

İşte tam da bunun için Koohestani’nin Transit Esnasında’sı, ölçek problemi de olsa, dehşeti “olağanlaştırma” riskini de getirse, totalitarizm konusunu gündemde tuttuğu ve seyircinin temel duyularını etkilediği için kutlanacak bir yapıt. Bunda sahnedeki dekorun da rolü büyük. Havaalanı transit bölgesini temsil eden gri-beyaz, anonim, boş mekânları  sınırlamayan, devamlı yer değiştiren şeffaf duvarlar, cam kapılar karakterleri mekân algılarında şaşırtıyor, evham kaynağı oluşturuyor. Hareketleri sırasında çekilen videolarla sahnedeki ekrana büyütülerek yansıtılan oyuncuların yüz ifadeleri seyirciyi konfor alanlarından çıkarıp düşünmeye sevk ediyor… ki Koohestani’nin başarısı da burada.

Nora Şeni Istanbul kökenli, tarihçi, jeopolitikçi, yazar. Paris8 Üniversitesi, Jeopolitik enstitüsünde profesör, 2008-2012 arasında Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü’nün direktörü. Son araştırma makalesi “La Libye, tête de pont de la Turquie en Afrique” (Libya, Türkiye’nin Afrika’ya doğru köprü başı) Politique internationale, no.174(2022)


[1] Prismes et Dialectique négative. 1955

Tarihçi, jeopolitikçi, yazar. Paris8 Üniversitesi, jeopolitik enstitüsünde profesör, Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü’nün 2008-2012 arası direktörü. Son araştırma makalesi “La Libye, tête de pont de la Turquie en Afrique” (Libya, Türkiye’nin Afrika’ya doğru köprü başı) Politique internationale, no.174(2022)

İlgili Makaleler


Son makaleler