Devletin depremi

Bir yanda korkunç enkaz görüntüleri ile birlikte devletin her anlamda çöküşünü izlerken, paradoksal bir biçimde müthiş bir toplumsal dayanışma ve ülke çapında bir mobilizasyona tanıklık ettik, ediyoruz.

“Öğrenilmiş çaresizlik” üzerine bir yazı yazmaya başlamışken, yerin derinliklerinden ardı ardına gelen iki büyük depremin enkazları üstümüze çöktü. Günlerce televizyonlara, internet ve twitter’a yapışmış vaziyette korkunç manzaraları izledik, yürek yakan çığlıkları duyduk. Uzaktan bir şey yapamamanın utancını yaşadık.

Yerle bir olmuş bina görüntülerinin yanıbaşında yakınlarını bekleyen depremzedelerin çaresiz yalvarışları boşluklarda yankılandı. “Depreme dayanıklı” ruhsatı ile yeni yapılmış, rezidans adı verilen ve milyonlara satılmış binaların moloz yığınına dönüşmüş görüntüleri kanımızı dondurdu. Bir gazetecinin tanımıyla “müteahhitler cuntası” ülkemizde çivi çakmayı bilen herkesin müteahhit olarak yaptığı “güya” ruhsatlı ve gene “güya” yapı denetimden geçmiş binaların karton gibi yere daǧılmıṣ enkazları karşısında isyanımız gözyaşlarımızda boğuldu. Yol kenarlarında battaniyelere sarılmış cansız bedenlerin fotoğrafları karşısında dilimiz tutuldu. Sıcaklığın geceleri eksi 10 ila 15 lere düştüğü bu şehirlerde, soğuktan titreyerek enkaz diplerinde yaktıkları ateşle ısınmaya çalışan depremzedelerin görüntüleri karşısında kaloriferli evlerimizin sıcaklığı yüzümüzü kızarttı.

Bütün bu çaresizliklere ve zorluklara rağmen, iki depremin yıktığı 10 il ve çevre ilçelerine ilk günden itibaren gazeteciler, gönüllüler ve sivil toplum örgüt üyeleri aktılar. Gazete ve televizyon muhabirlerinin hemen yayınlarına başladığı, gönüllü sivil örgüt kuruluşlarının anında harekete geçtiği deprem bölgelerinde tek eksik devletin afet yardım örgütleriydi.

17 Ağustos 1999 depreminden sonra AKP iktidarı ile birlikte doğal afetler ile mücadele için kurulan ve İçişleri Bakanlığına bağlı AFAD’ın bölgeye alet, ekipman ve kurtarma ekipleriyle ulaşması 48 saat aldı. Daha önceki doğal afetlerde, özellikle depremlerde hemen devreye giren ve bu konuda en teçhizatlı örgüt olan ordunun Malatya’da konumlanmış ikinci kolordu komutanlığı üç gün boyunca kışladan çıkmadı. Gene eski depremlerde, çadırları, seyyar aşevleri ve teçhizatları ile gördüğümüz, ama artık işlevini kaybetmiş olan Kızılay’ın gölgesi bile yoktu.

Öyleki, İçişleri Bakanının “deprem bölgesinde Devletimizin tüm kuruluşları ve ekipleri ile çalışmalara başladık” demeci ile, deprem bölgelerinin imajlarını izleyenlerin gördükleri arasında gerçekten bir deprem yarığı vardı. Enkazların başında elleriyle enkaz kaldırmaya çalışan insanların yanıbaşında hiçbir alet, ekipman yoktu. Muhalefet milletvekilleri enkazdan enkaza koştururlarken, devletin enkaz kaldırma makinaları yollarda bekletiliyordu… Koordinasyonu AFAD örgütleyecek diye gönüllü kurtarma ekipleri ve enkaz altına girmekte en uzman kişiler olan madencilere şimdilik durmaları söyleniyordu… Yurt dışından gelen kurtarma ekipleri saatlerce havaalanlarında koordinasyon sorumlularını bekliyorlardı… AFAD, Kızılay, hatta ordu bile bir tek adamın iki dudağı arasından çıkacak emri beklediklerinden ve yerel idari yetkililerinin insiyatiflerini kullanarak karar alamadıklarından bekleniyor, bekleniyordu… Bir hafta yurt çapında milli yas ilan edilmesine rağmen, üç gün boyunca borsa bile kapatılamadı çünkü kimse Cumhurbaşkanından izin almadan borsayı kapatmaya cesaret edemedi ve enkaz haberleri geçerken borsa hisselerinin değerleri de şerit halinde geçmeye devam etti!

Bu süreç içinde isyan tweetleri çoğalınca eksik olmasın Devlet yetkilileri en iyi bildikleri şeyi, yani Twitter’ı yasaklamayı tercih ettiler -sonradan kendi saflarında bile kıyamet kopunca Twitter yeniden açıldı-. Deprem bölgelerini üçüncü, dördüncü gün ziyaret eden Devlet büyükleri! bölge halkının tepkileri ile karşılaşınca buralarda toplanmış vatandaşlara “provokatörler” diyerek saldırmayı daha uygun gördüler. Devlet başkanımız  ise, devletin, AFAD’ın, Kızılay’ın yetersizlerini eleştirenleri, çirkeflik, namussuzluk, şerefsizlik gibi -konumu gereği daha ağır konuşamadığının altını çizerek- nazik sıfatlar eşliğinde suçlama ve tehditle yetindi.

Bir yanda korkunç enkaz görüntüleri ile birlikte devletin her anlamda çöküşünü izlerken, paradoksal bir biçimde, müthiş bir toplumsal dayanışma, ülke çapında bir mobilizasyona tanıklık ettik, ediyoruz. Tırlar, kamyonlar yüzbinlerce gönüllü tarafından su, yiyecek, giyecek, ilaç, çadır, battaniye gibi ilk aşamada gerekli olan ihtiyaçlarla donatılıp yola çıkarılırken, gönüllü doktorlar, kurtarma ekipleri, öğrenciler, gençler yardım için deprem bölgelerine kendi imkanlarıyla ulaşmaya çalışıyor. Her kesimden, kuşaktan binlerce yurttaş dayanışma içinde depremzedeler için çırpınıyor. Para yardımları derneklere akıyor.

Türkiye’nin bu deprem sürecinde, (en son 1999 deprem sonrasında AKUT böylesi bir şöhrete ulaşmıştı) en güvendiği kişilik ise, -daha önceki kamuoyu yoklamalarında da ilk sıralarda yer alan-, popüler bir şarkıcı Haluk Levent oldu. Haluk Levent’in yıllar önce sosyal yardım amacıyla kurduğu AHBAP adlı dernek bugünlerde en çok parasal yardımın yapıldığı dernek oldu, çünkü AHBAP yıllar boyunca Devletin bugüne yapamadığını yapmayı becerdi. Yardımlarını bizzat mağdurlara ulaştırabilmesi, şeffaf muhasebe sistemi ve Levent’in güvenilir kişiliği ile AHBAP yurttaşların parasal bağışlarını -devletin afet yardım kuruluşları yerine- gönül rahatlığı ile yaptığı bir kuruluş konumunda. Öyle ki, ilk başlarda AHBAP’ı eleştiren devlet yetkilileri ve yandaş media bile tepkiler karşısında susmak zorunda kaldı.

Devlet yetkilileri ve ona bağlı yardım kuruluşları bu korkunç felaket karşısında bu kez de depremin büyük etki alanı ve gücü bahanesiyle “dünyada eşi benzeri görülmemiş bir felaket” söylemini geliştirmeye başladılar. Oysa, maalesef bütün Türkiye’nin en azından 1999 depreminden beri bildiği deprem haritasında kıpkırmızı işaretlenen bu Doğu Anadolu fayı bağıra bağıra kırıldı! Bilim adamlarının, sismologların, yer bilimcilerinin raporlarına, demeçlerine, haykırışlarına Devlet kurumları kulaklarını tıkadı, raporları sümen altı etti. Tam tersi, her seçim öncesi çıkarılan imar afları ile deprem fayları üzerinde inşaatlar devam etti.

İşte görünen odur ki, deprem olmasaydı bir yeni “imar affı müjdesi” daha vermeye hazırlanan Devlet şimdi kendi çaresizliğinin enkazı altında kaldı.

Siyaset Bilimci, Doçent Dr, akademisyen.

İlgili Makaleler


Son makaleler