Seçimlerde Erdoğan devrilebilir mi? – The Economist

Onun gidişi ülkeyi yeniden şekillendirecek ve dünya çapında yankı uyandıracak.

The Economist tarafından 4 Mayıs 2023 tarihinde yayınlanan makaleye buradan erişilebilir.

Hapse atıldı ve kamu görevinden men edildi, ancak yasağı kaldırmayı başardı ve Türk siyasetine hakim oldu. Beş parlamento seçimini, iki cumhurbaşkanlığı seçimini ve üç referandumu kazandı. Hatta bir askeri darbeyle bile karşı karşıya kaldı. Ancak 14 Mayıs’ta Recep Tayyip Erdoğan’ın Avrupa’nın en kalabalık ikinci ülkesi üzerindeki hakimiyeti sarsılabilir. Anketler, bir araya gelen muhalefetin parlamentonun kontrolünü Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi ve ortaklarından alabileceğini gösteriyor. Dahası, Erdoğan’ın kendisi de aynı gün yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde geride görünüyor.

Erdoğan’ın kaybetmesi sadece bir dönemin sonu olmaz. Türkiye’de büyük bir çalkantı başlatacak, bölgede ve dünyada büyük yankılar uyandıracaktır. Ne de olsa Türkiye, hayat pahalılığından arındırıldığında Kanada, İtalya ve Güney Kore’nin önünde dünyanın en büyük 11. ekonomisi. Hem Ukrayna’daki savaşın ön cephesine yakın hem de Erdoğan yönetiminde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in rejimiyle rahatsız edici derecede samimi olan Türkiye, NATO’nun önemli ve zor bir üyesi. Avrupa ile Orta Doğu’nun kaosu arasında bulunan bu ülke, AB’ye yönelik mülteci akınının kontrol altına alınmasında da önemli bir rol oynuyor. Erdoğan’ın yaklaşık on yıldır Türk kurumlarının altını oymasına rağmen, Türkiye Müslüman dünyasındaki az sayıdaki gerçek demokrasiden biri.

Erdoğan’ın iktidarındaki Shakespeare dramı, yüksek riskleri de beraberinde getiriyor. Siyasete muhalif bir mazlum olarak başladı, kamu hayatında dindarlık ifadeleri üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması için kampanya yürüttüğü için Türkiye’nin laik kurumu tarafından zulme uğradı. Şimdi ise muhaliflerini uydurma suçlamalarla hapse atarak, medyayı susturarak ve seçilmiş yetkilileri görevden alarak zulmeden kişi haline geldi. Birçok gözlemcinin gözünde Türkiye demokrasi etiketini bile zor hak ediyor (bkz. Grafik 1).

Erdoğan’ın ekonomi yönetimi de tam tersine döndü. İktidarının ilk on yılında enflasyon sıfırlanmış ve gelirler yükselmişti. İkinci on yılda ise enflasyon geri döndü ve kişi başına düşen milli gelir dolar bazında %15 düştü (bkz. Grafik 2).

Erdoğan, iktidarının ilk yıllarında kur yaptığı ancak şimdi siyasi liderlerini terörist yardakçıları olarak gördüğü Türkiye’nin büyük Kürt azınlığı konusunda da benzer bir tutum sergiledi. Türkiye’nin demokrasisinin güçlenmesine yardımcı olduğu için önceleri kendisini destekleyen, ancak şimdi demokrasiyi zayıflattığı için suçlayan Amerika ve AB ile de arası açıldı. Tüm bu alanlarda -demokrasiyi korumak, ekonomiyi düzeltmek, toplumsal bölünmeleri yönetmek ve dış politika yürütmek- seçim, reformcu bir muhalefet ile her zamankinden daha köklü ve uzlaşmaz Erdoğan arasında keskin bir seçim sunuyor.

Saraylılar ve yakınanlar

Ekonominin durumu göz önüne alındığında, Erdoğan ve partisinin çekişme içinde olması bile tuhaf. Lira son iki yılda dolar karşısında %60 değer kaybetti. Para ülkeden akıyor: yabancı yatırımcılar sadece beş yıl önce Türk hisse senetlerinin %64’üne ve Türk devlet tahvillerinin %25’ine sahipken, şimdi sadece %29’una ve %1’ine sahip. Cari hesap açığı Ocak ayında 10 milyar dolara ulaşarak rekor kırdı. Sonbaharda yıllık %86’ya ulaşan ve halen %40’ın üzerinde seyreden enflasyon milyonlarca kişiyi yoksullaştırdı. Dahası, son aylarda enflasyondaki düşüş kısmen Merkez Bankası’nın döviz kurunu sürdürülemez bir şekilde desteklemesi sayesinde gerçekleşti. Merkez Bankası, liranın düşüşünü yavaşlatmak için günde belki de çoğu borç alınmış 1 milyar dolar satıyor. Diğer merkez bankalarına ve yerli ticari bankalara borçlu olduğu dolarlar da hesaba katıldığında, neredeyse eksi 70 milyar dolarlık negatif döviz rezervine sahip olduğu düşünülüyor. Satacak doları kalmadığında liranın daha da değer kaybetmesi ve dolayısıyla enflasyonun yükselmesi kaçınılmaz görünüyor.

Erdoğan, Türkiye’nin kendi döneminde kaydettiği pek çok ilerlemeye işaret ederek dikkatleri tüm bunlardan uzaklaştırmaya çalışıyor. Sadece geçtiğimiz ay içinde ülkenin ilk nükleer santralinin açılışını yaptı, Karadeniz’de büyük bir gaz sahasının açılmasını kutladı, Türkiye’nin ilk elektrikli arabasının direksiyonuna geçti ve ilk uçak gemisini tanıttı. Bu tür projelerle verilmek istenen mesaj, Erdoğan’ın Batı’ya meydan okuyarak Türkiye’yi bir dünya gücüne dönüştürdüğü ve daha da iyisinin yolda olduğudur. Analist Galip Dalay, “Anketlerde neden hala %40’ın üzerinde seyrettiğini merak ediyorsanız, bunun bir nedeni de bu fikir ve bu ihtişam dili” diyor.

Bunların hiçbiri içi boş söylemler değil. Erdoğan 2003 yılında, enflasyonist bir sarmalın ve ekonomiyi sarsan bir bankacılık krizinin hemen ardından iktidara geldi. Başlangıçta ekonominin genelinde ve orta sınıfta istikrarlı bir büyümeye öncülük etti. Bunun sonucunda pek çok vatandaş bundan büyük fayda sağladı ve Erdoğan’a bağlılığını sürdürdü.

Topkapı gibi dönüyor

Erdoğan medya üzerindeki etkisini kullanarak destekçilerini ekonomideki sıkıntıların kendi hükümetinin kötü yönetiminden ziyade Türkiye’yi çökertmeye yönelik dış komplolarla ilgili olduğuna inandırıyor. Ayrıca Türk toplumu içindeki bölünmeleri istismar etmekte de mahir. İlk ekonomi politikalarından yararlananların çoğu, uzun süredir laik, metropol eliti tarafından görmezden gelindiğini veya küçümsendiğini düşünen muhafazakar, orta sınıf, taşralı kesimlerdi. Yıllardır onlara, üniversitelerde ve devlet kurumlarında İslami başörtüsü takma hakkı da dahil olmak üzere kendi döneminde kazandıkları özgürlüklerin iktidarda kalmasına bağlı olduğunu anlatıyor. Seçimleri, gururla dindar ve milliyetçi Türkler ile ithal Batı değerlerini kölece benimsemeye çalışan viski yudumlayan, dinsiz elitistler, Kürt ayrılıkçılar ve cinsel sapkınlardan oluşan bir güruh arasında bir mücadele olarak nitelendiriyor.

Ancak bunların hiçbiri temel sorunu gizleyemiyor: Erdoğan ekonomiyi adeta sabote ediyor. Tuhaf bir şekilde, yüksek faiz oranlarının enflasyonu körüklediğine ve borçlanma maliyetlerinin düşürülmesinin fiyatların istikrara kavuşmasına yardımcı olacağına inanıyor. Merkez Bankası’nı ahbap çavuşlarla doldurarak bu görüşü ülkeye empoze etti ve bu da enflasyonu ateşledi. Düşük faiz oranları krediyi gülünç derecede ucuz hale getirdiği için (merkez bankasının ana borç verme oranı enflasyon oranının yüzde 35 puandan fazla altında), hükümet düzenlemeleri yoluyla kredinin rasyonel hale getirilmesi gerekiyor. Ekonomistler bunu kayırmacılığın bir reçetesi olarak görüyor. Eski bir bankacı ve küçük bir muhalefet partisi olan Gelecek’in başkan yardımcısı Kerim Rota, “Kimin dolar alacağına merkez bankası, kimin kredi alacağına bankacılık otoritesi ve kimin borçlarının affedileceğine ya da erteleneceğine hükümet karar veriyor,” diye eleştiride bulunuyor.

Erdoğan’ın tek çaresi yapıştırıcı sıvalar. AKP Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Karadeniz’de yakın zamanda keşfedilen büyük doğalgaz sahasının Türkiye’nin ithalat faturasını azaltacağını ve lira üzerindeki baskıyı hafifleteceğini söylüyor. Bu arada hükümet, 2021 sonundan bu yana temel aylık devlet emekli maaşını beş kat artırarak 7.500 liraya (385 dolar) yükseltti ve asgari ücreti üç kat artırarak 8.500 liraya çıkararak ortalama kazanca yaklaştırdı. Seçimden sonra Temmuz ayında asgari ücreti tekrar yükseltmeyi vaat ediyor.

Buna karşılık muhalefet, ekonomik ortodoksiye dönüş vaat ediyor. Eski bir maliye bakanı ve devlet emeklilik kurumu başkanı olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun liderliğindeki bu partinin sade kişiliği, Erdoğan’ın büyüklenmeciliğine karşı çarpıcı bir denge oluşturuyor. (Erdoğan birbiri ardına mega projelerin kurdelesini keserken, Kılıçdaroğlu mütevazı mutfağında, fırının kulpunun üzerine serilmiş çay havluları ve enflasyonu tartışmak için dekor olarak kullandığı tek bir soğanla videolar kaydediyor. )

Kılıçdaroğlu, Merkez Bankası’nın bağımsızlığını yeniden tesis edeceğini ve bunun da kaçınılmaz olarak faiz oranlarında keskin artışlara yol açacağını söylüyor. Bunun da ekonomiyi yavaşlatması, hatta resesyona sürüklemesi muhtemeldir. Bu arada, enflasyonun bastırılması biraz zaman alacaktır. Erdoğan döneminde enflasyon o kadar yükselmiştir ki, muhalefet enflasyonu tek haneli rakamlara indirmek için öngördüğü süreyi bir yıldan iki yıla çıkarmak zorunda kaldı.

Muhalefet politikacıları, yeni bir ekonomi ekibi göreve gelir gelmez ve faizler yükselmeye başlar başlamaz Türk hisse senedi ve tahvil piyasalarına akın etmesini bekledikleri yabancı sermaye gibi sosyal harcamaların da acının bir kısmını hafifleteceğini söylüyor. Muhalefet, firmalara ve fabrikalara yapılacak doğrudan yatırımların daha uzun süreceğini ancak geri döneceğini savunuyor. Sonuçta Türkiye, Hindistan ile Almanya gibi iki büyük ekonomi arasında yer alıyor ve AB ile gümrük birliğinden yararlandığı için Avrupa’ya ihracat yapmak için mükemmel bir üs konumunda. Seçimler öncesinde İstanbul’a akın eden fon yöneticileriyle yapılan görüşmeler, bu tür umutların temelsiz olmadığını gösteriyor. Muhalefetin kazanması halinde olası bir ekonomi bakanı olan Bilge Yılmaz, “Ne yapılması gerektiğini biliyorum” diyor ve ekliyor: “Bunu geciktirmek uzun vadede sadece acıyı artıracaktır.”

Kurumsal reformlar açısından da hükümet ve muhalefet birbirinden oldukça farklı programlar sunuyor. Erdoğan, eskiden büyük ölçüde törensel bir makam olan cumhurbaşkanlığında gücü güçlü bir şekilde merkezileştirirken, başbakanlık görevini kaldırdı ve parlamentonun rolünü azalttı. Ayrıca devlet gücünü son derece taraflı ve cezalandırıcı şekillerde kullandı. Şu anda dört yıla kadar hapisle cezalandırılan cumhurbaşkanına hakaret yasasını sertleştirdi ve istismar etti. Görevde olduğu süre boyunca bu suçla ilgili yaklaşık 200.000 soruşturma yapıldı. İktidara gelmeden önce İslami partilerin ve siyasetçilerin yasaklanmasının unutulmaz bir yankısı olarak, savcıları ülkenin en güçlü Kürt partisi olan Halkların Demokratik Partisi’nin ( HDP) kapatılması için bastırıyor. Bu arada, seçilmiş birçok Kürt belediye başkanını da görevden uzaklaştırdı. Erdoğan’ın bir zamanlar siyasi müttefik olduğu Fethullah Gülen’in on binlerce takipçisi, Gülen’in 2016’da bir darbe girişimini kışkırtmakla suçlanmasının ardından, gülünç kanıtlarla desteklenen kağıt üzerinde kalan suçlamalarla devlet görevlerinden ihraç edildi ya da hapse atıldı.

Kılıçdaroğlu bunların çoğunu tersine çevirmeyi vaat ediyor. Mahkemelerin bağımsızlığını yeniden tesis edeceğini, iktidarı parlamentoya geri vereceğini ve cumhurbaşkanına hakaret yasasını yürürlükten kaldıracağını söylüyor. Muhalefet ayrıca Erdoğan’ın seçilmiş belediye başkanlarını görevden alma politikasına son vermeyi ve darbeden sonra haksız yere görevden alınanlara tazminat ödemeyi vaat ediyor. Enflasyon rakamlarıyla oynadığından ve hükümet yandaşlarına kazançlı ihaleler verdiğinden şüphelenilenler de dahil olmak üzere yolsuzluk yapan yetkililerin de peşine düşeceğini söylüyor.

Güçlü destek

Böyle bir politikanın muhtemel faydalanıcılarından biri de HDP’nin hapisteki eski lideri Selahattin Demirtaş olacaktır. 2015’te Kürt isyancı grup PKK ile görüşmelerin kesilmesinden bu yana AKP, Türkiye nüfusunun yaklaşık %15-20’sini oluşturan Kürt azınlığa karşı giderek daha düşmanca bir tutum takınıyor. AKP, 2018’den bu yana Kürtlere taviz verilmesine şiddetle karşı çıkan Milliyetçi Hareket Partisi’nin desteğiyle iktidarda.

Muhalefet ittifakı aynı zamanda MHP’deki bir bölünmeden sonra kurulan milliyetçi bir oluşum olan İyi Parti’yi de içeriyor. Bu nedenle bildirgesinde Kürt hassasiyetine yönelik çok az net taviz yer alıyor. Ancak Erdoğan konuşmalarında Kürt siyasi partilerini PKK’nın paravanı olarak görürken, Kılıçdaroğlu Erdoğan’ı tüm Kürtleri aşırılık yanlısı olarak karikatürize ettiği için eleştiriyor. Muhalefet, sadece hukukun üstünlüğünü yeniden tesis ederek Kürt aktivistlerin hayatını çok daha kolaylaştıracaktır. HDP, Kılıçdaroğlu’nu resmen desteklemiştir. Kılıçdaroğlu’nun seçilmesi tüm mağduriyetleri gidermese de tansiyonu önemli ölçüde düşürecektir.

Dış politika konusunda da hükümet ve muhalefet arasında en azından ton farkı var. Erdoğan’ın sivil özgürlükleri hiçe sayması ve sert milliyetçi üslubu, son dönemde her iki tarafın da yakınlaşma çabalarına rağmen Batı ile ilişkileri zorlaştırıyor. Erdoğan, İsveç’in NATO’ya katılma teklifini, Kürt teröristleri barındırdığı gerekçesiyle engelledi. Ayrıca hükümeti, ucuz gaz ithalatından, Erdoğan’ın kısa süre önce açılışını yaptığı nükleer enerji santralinin inşası için kredi ve uzmanlığa kadar her türlü ekonomik yardım için Putin’e bağımlı.

Kılıçdaroğlu’nun bir yardımcısı, seçimin kazanılması halinde İsveç’in bir ay içinde NATO’ya katılabileceğini söylüyor. Muhalefet AB ile de ilişkileri geliştirme sözü verdi, ancak bu Avrupa’nın Türkiye’den gelen göçle ilgili korkularını aşmasına bağlı olduğu kadar Türkiye’nin insan hakları konusundaki sicilini düzeltmesine de bağlı. Muhalefet de Ukrayna’ya kayıtsız şartsız destek konusunda en az Erdoğan kadar şüpheci ve savaşın ancak müzakere yoluyla sona erebileceğini savunuyor. Kısacası, Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı olması halinde Türkiye kendisini bir dereceye kadar saygıyı hak eden bölgesel bir güç olarak görmeye devam edecek, ancak refleks olarak daha az huysuz ve kavgacı olacak.

Ancak tüm bu değişiklikler sadece muhalefetin galip gelmesi halinde mümkün olacaktır. Muhalefet karışık bir grup. Kılıçdaroğlu’nun Cumhuriyet Halk Partisi on yıllardır Türkiye’nin modern kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün devletçi ve laik mirasına sarılmış ve İslam inancının her türlü dışa vurumuna karşı çıkmıştır. İyi Parti’nin lideri Meral Akşener, 1990’larda Kürtlerin güneydoğusundaki insan hakları ihlallerinin en kötü olduğu dönemde kısa bir süre içişleri bakanlığı yaptı. Diğer önde gelen muhalefet liderleri arasında Erdoğan’ın eski başbakanı, eski ekonomi çarı ve daha birkaç yıl önce Türkiye’nin Avrupa ile bağlarını İslam birliği lehine koparması gerektiğini savunan bir İslamcı da bulunuyor.

Bu rengarenk topluluk yavaş yavaş farklılıklarını bir kenara bıraktı ve görüşlerini ılımlılaştırdı. Akşener İyi Parti’yi merkez sağ olarak yeniden markalaştırdı. Kılıçdaroğlu, CHP’yi Kemalist bir fosilden modern bir sosyal demokrat partiye dönüştürmeye başladı (bu da onu Kürt seçmenler için daha sevimli hale getirmeye yardımcı oldu). Kılıçdaroğlu’nun ısrarıyla muhalefet ittifakı aylar süren müzakerelerin ardından 200 sayfalık bir bildiri hazırladı. Ayrıca karizma eksikliği konusundaki şüphelere rağmen Kılıçdaroğlu’nun ortak cumhurbaşkanı adayı olması konusunda da anlaşmaya varıldı.

Muhalefet kesinlikle seçimleri kazanabilecek güçte. Dört yıl önce, kısmen Kürt oyları sayesinde, belediye başkan adayları Türkiye’nin en büyük beş şehrinin dördünde AKP’yi mağlup ederek Erdoğan’ı ağır bir yenilgiye uğrattı. Son kamuoyu yoklamaları hem parlamento hem de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yakın bir yarışa işaret ediyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimini ilk turda kazanmak için bir adayın oyların %50’sinden fazlasını alması gerekiyor. Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun yanı sıra iki adayın daha yarıştığı bir ortamda bu pek mümkün görünmüyor. Dolayısıyla yarış büyük olasılıkla 28 Mayıs’ta ikinci tura kalacak.

Bazı muhalefet destekçileri Erdoğan’ın kaybetmesi halinde iktidarı devretmeyi reddedeceğinden korkuyor. Erdoğan 1 Mayıs’ta “Benim halkım bu ülkeyi [PKK] tarafından desteklenen bir cumhurbaşkanına teslim etmeyecektir” diye haykırdı. Birkaç gün önce de İçişleri Bakanı seçim günü “Batı destekli bir siyasi darbe girişimi” uyarısında bulundu.

Bu tür söylemler, Erdoğan’ın, belki de yakın çevresinin yönlendirmesiyle, özellikle de az farkla kaybedilmesi halinde, seçimleri altüst edebileceği ya da sonuçlara itiraz edebileceği yönündeki endişeleri körüklüyor. Nitekim AKP İstanbul’daki son belediye başkanlığı seçiminde bunu denemiş ve mahkemeyi seçimin tekrarlanmasına ikna etmişti. Seçimleri kazanan aday Ekrem İmamoğlu üç yıl sonra hükümet yetkililerine hakaretten mahkum edildi.

Ancak muhalif politikacılar bu tür endişeleri bir kenara bırakarak, oylamanın dürüstlüğünden emin olduklarını ve Erdoğan’ın meşruiyetinin dayandığı halkın iradesine meydan okumaya cesaret edemeyeceğini söylüyorlar. Kılıçdaroğlu, “Her şeyi deneyebilir,” diyor. “Ama ne yaparsa yapsın, bu millet kararını vermiştir.” Kılıçdaroğlu haklıysa, bu seçim Türkiye ve dünya için bir dönüm noktası olacaktır.

Yazı işleri departmanı

İlgili Makaleler


Son makaleler