Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a karşı kazanacağı bir zaferin stratejik sonuçları – Marc Pierini & Francesco Siccardi | Carnegie

Yirmi yıldan bu yana ilk kez Türkiye’de iktidar değişikliği mümkün. AB, muhalefetin kazanacağı bir zaferin getireceği dış politika değişimine hazırlıklı olmalıdır.

Marc Pierini ve Francesco Siccardi tarafından 13 Nisan 2023 tarihinde Carnegie Europe için kaleme alınan makaleye buradan erişilebilir.

İster 14 Mayıs’taki ilk turda ister 28 Mayıs’taki ikinci turda olsun, Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimi nihayetinde görevdeki cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu arasında geçecek.

Erdoğan beş yıllık bir dönem daha kazanırsa senaryo çoktan yazılmış olacak. İktidar bölücü söylemlerinin bir kısmını azaltabilse de, Türkiye’nin dış politika yönelimi ve demokratik özgürlüklerin çürümesi konusundaki gerilimler anlamlı iyileşmelerin önündeki engeller olmaya devam edecek, Batılı ortaklar süregelen aksaklıkları yönetmek zorunda kalacaklardır.

Muhalefetin adayı Kılıçdaroğlu kazanırsa, Batılı liderlerin büyük sonuçlarla yüzleşmesi gerekecek. Ankara NATO ile ilişkilerini normalleştirmek için derhal harekete geçecektir. Ancak Kıbrıs ve Suriye konularında olduğu gibi mevcut görüş ayrılıklarından bazıları ortadan kalkmayacaktır. İyi tarafından bakacak olursak, hukukun üstünlüğü yeniden tesis edilecek ve AB ile ilişkiler yumuşatılmasa da iyileştirilecektir.

Açık ara en önemli değişiklik güvenlik ve savunmayla ilgili olacaktır. Eğer açıklandığı gibi, Türkiye’deki yeni iktidar NATO içinde daha yapıcı bir rol oynarken Rusya ile sağlam ekonomik ilişkileri sürdürürse, bunun stratejik sonuçları da çok önemli olacaktır.

İlk olarak, Türkiye Rusya’nın bir dizi sektörde Batı yaptırımlarından kaçınmasını engellemek için çaba sarf etmesi beklenebilir. İkincisi, Ankara İsveç’in NATO üyeliğine karşı muhalefetini derhal sona erdirebilir. Üçüncüsü, NATO’nun Estonya’dan Romanya’ya kadar uzanan doğu kanadındaki güvenlik operasyonlarına büyük ölçüde askeri katılım kararı alabilir. Dördüncüsü, Temmuz 2019’da Rusya tarafından teslim edilen S-400 füze bataryalarının Türkiye topraklarındaki varlığına son vermeyi düşünebilir. Beşincisi, bir önceki hamlenin bir sonucu olarak, Türkiye NATO uyumlu bir füze savunma mimarisi edinme ve/veya geliştirme konusunda görüşmelere başlayabilir. Bu, Türkiye’nin savaş uçakları filosunun modernizasyonunu kolaylaştırabilir.

Doğası gereği ABD, AB ve NATO’yu ilgilendiren bu tartışmaların Avrupa kıtasının güvenliği üzerinde somut bir etkisi olacağı açık. Ayrıca Türkiye’nin siyasi algısını da kökten değiştirecektir. Buna karşılık, bu hamlelerin her biri Rusya tarafından karşılık görecek ve Rusya çeşitli yollarla Türkiye’ye gaz tedariki ve transit geçişi, sahibi olduğu ve işleteceği Akkuyu nükleer enerji santrali, turist akışı ve tarım ürünleri ihracatı gibi konularında baskı yapacaktır.

Suriye konusunda ise Türkiye’deki yeni iktidarın iki net hedefi olacaktır: Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile uzlaşmak ve Suriyeli mültecileri vatanlarına geri döndürmek. Türkiye-Suriye normalleşmesinin ilk sonuçlarından biri olarak ise, ABD ve müttefik güçlerinin Suriye ve çevresindeki varlığının tartışmalı hale gelmesiyle IŞİD karşıtı ittifakın işinin daha da zorlaşması olacaktır.

Aynı zamanda, normalleşme yolunda ilerleyebilmek için Ankara, Şam ve Moskova’nın baskısı altında kalarak kuvvetlerini şu anda konuşlandıkları dört bölgeden (İdlib, Afrin, Cerablus ve Tel Abyad ile Resulayn arasındaki bölge) derhal çekmesi beklenebilir.

Buna ek olarak, Suriyeli mültecileri anavatanlarına geri döndürmeyi amaçlayan bir politika, böylesine büyük bir nüfus transferi için uluslararası kabul görmüş herhangi bir yasal çerçevenin bulunmaması sorununu gündeme getirecektir. Bu da AB’nin Türkiye ile yaptığı mülteci anlaşmasını etkileyecektir. Daha genel anlamda Ankara, Esad’ın uluslararası meşruiyete geri dönmesini kabul eden Arap konsensüsüne katılarak, Batı’nın Suriye Devlet Başkanı ile angajmana girmeme politikasından uzaklaşacaktır.

Özellikle AB ile bir diğer önemli anlaşmazlık konusu da Kıbrıs olacaktır. Türkiye’nin yeni liderliğinin mevcut iki devletli çözüm seçeneğini tercih edip etmeyeceğinden bağımsız olarak, Kıbrıs’ta kapsamlı bir çözüme ilişkin her türlü tartışma zorlu olmaya devam edecektir. Türkçe konuşan toplumun statüsü, su altı kaynaklarının kullanımı ve Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımamasının sonuçları gibi konuların çözüme kavuşturulması önündeki güçlükler devam edecektir.

Netice itibariyle, Kılıçdaroğlu’nun seçilmesiyle dış politikadaki görüş ayrılıkları ortadan kalkmayacaktır. Muhalefet koalisyonunun takma adı olan “Altılı Masa”nın dış politika uzmanları ile Batılı kurumlar arasındaki sınırlı görüş alışverişleri ışığında, önemli bir unsur şimdiden ortaya çıktı: Ankara ile Batı başkentleri arasında profesyonel ve saygın bir diyalog yeniden kurulacak. Bu, Berlin, Brüksel, Londra, Paris ve Washington D.C. için bir rahatlama yaratacaktır.

Güvenlik meselesi dışında bir diğer önemli gelişme de Batı standartlarına daha yakın bir hukuk devleti yapısına kademeli olarak geri dönülmesi olacaktır: bir dizi siyasi tutuklu gecikmeksizin serbest bırakılacak; yargı, medya ve sivil topluma ilişkin reformlar başlatılacak ve parlamenter sisteme geri dönülecektir.

Sonuç olarak, böyle bir erdemli döngü tamamlandığında büyük faydalar sağlayacaktır: Türkiye’nin vatandaşları ve işgücü rahatlama ve uzlaşma hissi yaşarken, yabancı iş ortakları da Türkiye’ye çok daha iyi bir gözle bakacaktır. Özellikle ekonomik alanda daha anlaşılır politikaların uygulamaya konması, Batılı yatırımcıların güveninin artmasına büyük katkı sağlayacaktır. Bu minvalde AB ile siyasi diyalog yeniden başlatılacak ve tüm ilişkiler yeniden gözden geçirilecektir.

Yukarıdaki senaryo bir dizi engelle karşı karşıyadır: mevcut yönetimin direnci; muhalefet koalisyonu içindeki potansiyel ayrılıklar; yeni bir cumhurbaşkanı ile askıya alınmış bir parlamento arasında uyum sağlayamama olasılığı; Rusya’nın öngörülebilir itirazları; Türkiye’nin siyasi yelpazesindeki Batı karşıtı veya Avrupa karşıtı hassasiyetleri; ve Avrupa başkentleri arasında Ankara’daki liderlik değişimiyle nasıl başa çıkılacağı konusunda görüş birliği olmaması… Bunlar, özellikle Avrupa’daki Batılı liderlerin böyle bir siyasi değişim varsayımına hazırlanmaları için zorlayıcı nedenlerdir.

Marc Pierini, Carnegie Europe’da kıdemli araştırmacı olarak çalışmakta ve araştırmalarında Avrupa perspektifinden Orta Doğu ve Türkiye’deki gelişmelere odaklanmaktadır.

Francesco Siccardi ise Carnegie Europe’ta kıdemli program yöneticisi ve kıdemli araştırma analistidir.

Yazı işleri departmanı

İlgili Makaleler


Son makaleler