Felaketin ardından – Marc Pierini & Francesco Siccardi | Carnegie

Konferansa katılanların deprem sonrası projeler için net bir vizyon ortaya koyamamış olmaları uygulamanın şeffaf olmamasına yol açabilir. Etkilenen ülkelerin hükümetleri derhal harekete geçmeye hevesli olduklarından, felaket sonrası her türlü desteğin doğasında bu risk vardır.

Marc Pierini ve Francesco Siccardi tarafından 3 Nisan 2023 tarihinde Carnegie Uluslararası Barış Vakfı için kaleme alınan makaleye buradan erişilebilir.

Medya güdümlü diplomasi çağında, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve İsveç Başbakanı Ulf Kristersson tarafından 20 Mart’ta Brüksel’de düzenlenen deprem sonrası bağışçılar konferansı, Avrupa Birliği (AB) kurumları, AB üye ülkeleri, Birleşmiş Milletler, Türkiye yönetimi ve hatta Suriye’nin mevcut olmayan yetkilileri olmak üzere tüm tarafların adeta siyaset oynadığı bir gösteriydi. Yaklaşık 7 milyar Avro’ya ulaşan taahhütler oldukça dikkat çekiciydi ancak bu işin “kolay” kısmıydı. Şimdi vaatlerin dikkatle uygulanması gerekiyor.

Haber merkezlerinden bakıldığında, konferans birkaç açıdan dikkat çekiciydi. Türkiye hükümeti davet edilirken, AB Esad hükümetinin meşruiyetini tanımadığı için Suriye hükümeti davet edilemedi. Bu durum Şam’ın protestosuna yol açtı. Ankara, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı video bağlantısı ile konuşturmayı başardı ki Türkiye’deki seçim ortamı düşünüldüğünde bu akıllıca bir hamleydi. Kristersson, belki de Türk katılımcılarla İsveç’in NATO’ya katılımı konusunda görüşmelerde bulunmayı umuyordu ki bu da Ankara tarafından engellenmeye devam ediyordu. Türkiye ve Yunanistan, BM Güvenlik Konseyi ve Uluslararası Denizcilik Örgütü ile bağlantılı diplomatik jestlerin teatisine yol açan ikili bir deprem diplomasisi oturumu gerçekleştirmek için kendilerine tahsis edilmiş özel bir salon talebinde bulundu.

AB’nin yürütme organından gelen tek lider olan Von der Leyen, Ukrayna’ya yönelik saldırganlığa ve Avrupa’nın enerji güvenliğine yönelik büyük bir meydan okumaya rağmen, göz korkutucu bir felaketin onurlu ve hızlı bir şekilde ele alınabileceğini gösterebildi. “Ortaklarımızla birlikte, yıkıcı depremlerin ardından Türkiye ve Suriye’deki insanlara destek olmak için toplam 7 milyar Avro topladık. … İhtiyaç sahiplerini desteklediğimizi tüm dünyaya gösterdik. Ve her zaman ortaklarımızın yanındayız.”

Taahhütlerle ilgili olarak, Suriye (911 milyon Avro hibe) ve Türkiye (1.7 milyar Avro hibe ve 4.29 milyar Avro kredi) için toplanan miktarlar arasındaki büyük fark dikkat çekici. Bunun bir kısmı izah edilebilir: Türkiye daha fazla sismik hasara maruz kalmıştır; Suriye’nin kuzeydoğusu farklı siyasi aktörler tarafından yönetilmektedir ve bu da fonların buraya aktarılmasını daha karmaşık hale getirmektedir; ve çoğu uluslararası kuruluş Şam’ın yozlaşmış rejimine kredi verme konusunda isteksizdir. Suriye için sağlanan hibeler BM sistemi ve uluslararası alanda tanınan sivil toplum kuruluşları tarafından kontrol edilecektir.

AB, Türkiye için ise AB Dayanışma Fonu, Katılım Öncesi Yardım Aracı ve Avrupa Yatırım Bankası gibi bir dizi mali aracı, hem Suriye hem Türkiye için ise Avrupa Sivil Koruma ve İnsani Yardım Faaliyetleri kapsamındaki kaynakları harekete geçirecektir. Ancak Brüksel’deki ışıltılı Charlemagne binasından Türkiye ve Suriye’deki moloz yığınlarına uzanan mesafe hayli uzun. Hasar gören altyapının rehabilitasyonu ve yıkılan evlerin yeniden inşası için ele alınması gereken konular cesaret istiyor.

Her biri “insani yardım”, “”acil müdahale”, “rehabilitasyon” veya “yeniden yapılanma”ya adanmış kendi prosedürlerine sahip bağışçıların çokluğu, taahhütlerin uygulanmasından sorumlu yetkililer için zorlu bir görev yaratıyor. Ayrıca, konferansa katılanların deprem sonrası projeler için net bir vizyon ortaya koyamamış olmaları da uygulamanın şeffaf olmamasına yol açabilir. Etkilenen ülkelerin hükümetleri derhal harekete geçmeye hevesli olduklarından, felaket sonrası her türlü desteğin doğasında bu risk vardır. Bu durum özellikle Mayıs ayında cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin yapılacağı Türkiye için çok önemli. Körfez ülkeleriyle siyasi uzlaşma sürecine giren Suriye rejimi, muhtemelen bu yeni başlayan yakınlaşmanın bir parçası olarak bölgeden ek finansman beklentisi içinde.

Uluslararası bağışçılar topluluğuna düşen görevlerden biri, zor da olsa, anti-sismik normların ve inşaat malzemesi standartlarının kontrol edilmesini ve uygulanmasını sağlamak. Her iki ülkedeki on binlerce mağdur ve etkilenen milyonlarca vatandaş bu tür çabaları fazlasıyla hak ediyor. Altta yatan bir diğer mesele de insan sağlığı ve çevreye yönelik riskler. İçilebilir su ve sıhhi tesisat eksikliği, önlem alınmadan aceleyle bertaraf edilen muazzam miktarda moloz (asbest ve kimyasallar dahil) gibi bariz bir endişe kaynağı oluşturuyor.

BM, Türkiye’de 15 milyon kişinin depremlerden doğrudan etkilendiğini belirtiyor. Bunların 3 milyonu evsiz kalırken, 2 milyon kişi de iş, sağlık ve eğitim güvencesi için ülkenin diğer bölgelerine taşındı. Bu tür gönüllü yer değiştirmeler Gaziantep, Karahmanmaraş veya Şanlıurfa gibi büyük şehirleri sahip oldukları nitelikli işgücünden mahrum bırakarak bölgenin ticari ve endüstriyel dokusu için tehdit oluşturuyor. Bölgede bulunan Suriyeli mülteciler boşalan işlerin bir kısmını doldurabilir ve böylece Ankara’nın mültecileri ülkelerine geri gönderme arzusunu sınırlayabilir.

BM ajanslarına göre Suriye’de, başta Halep ve İdlib vilayetlerinde olmak üzere 9 milyona yakın insan depremden etkilendi. Deprem mağdurlarına yardım etme görevi, sağlık altyapısının hali hazırda tahrip olduğu ve çok sayıda ülke içinde yerinden edilmiş insanın bulunduğu Suriye’nin kuzeybatısında on yıldır devam eden iç savaşın etkilerinin üzerine ekleniyor. Deprem sonrası yeni yardım önlemleri paketinin uygulanması büyük ölçüde bölgede görev yapmakta olan BM kuruluşlarına düşecektir. Türkiye sınırındaki bölgelerde herhangi bir şekilde demografik mühendislik yapılmasını önlemek için dikkatli olunması gerekir.

Genel olarak, depremin gerçekleşmesinden sadece altı hafta sonra uluslararası dayanışma güçlüydü. Şimdi ise 7 milyar Avroluk taahhüdün hayata geçirilmesi için ilgili kurumların kararlılık göstermesi gerekecek. Zira, hem felaketin devasa boyutuyla hem de çok çeşitli siyasi kısıtlamalarla karşı karşıya kalınılabilir.

Marc Pierini, Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’da kıdemli araştırmacı olarak çalışmakta ve araştırmalarında Avrupa perspektifinden Orta Doğu ve Türkiye’deki gelişmelere odaklanmaktadır.

Francesco Siccardi, Carnegie Uluslararası Barış Vakfı‘nda kıdemli araştırmacı ve analist.

Yazı işleri departmanı

İlgili Makaleler


Son makaleler