Felaket sonrası siyaset – Marc Pierini | Carnegie
İlerleyen günlerde Türkiye’nin siyasi manzarasını daha önemli bir belirsizlik şekillendirebilir. Ülke genelinde 86 milyonluk nüfusun yaklaşık 16 milyonunun etkilendiği, muhtemelen on binlercesinin evsiz kaldığı, kimlik belgeleri de dahil olmak üzere tüm eşyalarının enkaz altında kaldığı ve birçok idari binanın enkaza döndüğü bir ortamda, 14 Mayıs’ta planlandığı gibi adil bir cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri düzenlemek mümkün olacak mı?
Marc Pierini’nin 7 Şubat 2023 tarihinde Carnegie‘de yayınlanan yazısının İngilizce orijinaline buradan erişilebilir.
6 Şubat’ta meydana gelen bir dizi deprem hem Suriye hem de Türkiye’deki halklara yıkım ve üzüntü getirdi. Binlerce insan hayatını kaybederken, geniş çaplı yıkım ve soğuk hava hayatta kalanların da umutlarını kırdı. Beklendiği üzere bu durum, kısa süre içinde siyasetin ön plana çıkma olasılığını daha da arttırdı.
İlk tepki depremin büyüklüğünü değerlendirmek oldu. Hasar Kıbrıs’ın kuzeydoğusundan Anadolu’nun kuzeydoğusundaki Erzurum’a kadar uzanıyor ve Suriye’nin kuzeybatısını da içine alıyor. Bu bölgenin tüm nüfusu yaklaşık 19 milyon. Bazı havaalanlarının ve birçok yolun hizmet dışı kalması, elektrik hatlarının tahrip olması, devlet hizmetlerine ve sivil kuruluşlara yönelik yoğun talepler ve yabancı yardımların adeta akın etmesi nedeniyle, felaketten etkilenen halkların keder ve acılarını daha da arttıracak bir kaos döneminin yaşanması kaçınılmaz oldu. Yine de, Türkiye ve Suriye’nin dış yardım çağrısında bulunması iyi bir gelişme ve birçok kurtarma ekibinin çoktan bölgeye ulaştığını ve diğerlerinin de yolda olduğunu görmek rahatlatıcı. Ancak ne yazık ki, Türkiye-Suriye sınırının her iki tarafındaki halk önümüzdeki aylarda kalıcı bir zorluk döneminden geçecektir.
Zaten askeri çatışmaların yaşandığı bir bölgede meydana gelen bir depremle baş etmek doğası gereği oldukça zor. Beklenti, bölgede yer alan tüm askeri güçlerin – Rus, Suriye ve Türk ordularının yanı sıra Kürt ve Esad karşıtı güçler – kurtarma operasyonları devam ettiği sürece uygulanacak acil bir fiili ateşkese uymasıdır. Türkiye’den Suriye’ye yönelik, Birleşmiş Milletler mutabakatı ile zaten izin verilmiş olan sınır ötesi insani yardım operasyonları büyük ölçüde arttırılmalıdır. Lataqiyya limanı ve havaalanı BM gözetiminde insani yardım operasyonlarına açılmalıdır. Ancak bunun için Şam ve Moskova hükümetlerinin esneklik göstermesi gerekecektir.
Bu da uluslararası bağışçıların Türkiye’ye kıyasla Suriye’ye yönelik muamelelerindeki potansiyel eşitsizliğe ilişkin üçüncü bir yoruma yol açmaktadır. Çeşitli aktörlerin askeri operasyonları, Suriye’nin kuzeyindeki ulaşım ve sıhhi altyapılarda önceden var olan hasar ve Suriye rejiminin on iki yıldır süren çatışmalar sırasında kendi halkına yönelik eylemleri nedeniyle oluşan riskler, ülkeye yardım akışının gereğinden az olmasına neden olabilir. Suriyeli yetkililer daha önce yardım talebinde bulunmuşlardı, ancak şimdi resmi olarak yardım bağışçılarıyla tam ve şeffaf işbirliği sözü vermeli, BM de insani yardımın güvenli geçişi ve etkin dağıtımının garantörü olarak hareket etmelidir.
Türkiye ve Suriye’de yaşanan yıkımın ortak bir özelliği var. Var olsun ya da olmasın, inşaat ruhsatları için gerekliliklere dönüştürülen anti-sismik normlar ve standartlar endemik yolsuzluk ve çıkar ilişkileri nedeniyle genellikle göz ardı edilmektedir. Türkiye’de bir devlet hastanesi de dahil olmak üzere binlerce binanın çökmesi şimdiden siyasi bir mücadelenin fitilini ateşlemiştir. Politika yapıcıların ders çıkarması ve faydalı tavsiyeler formüle etmesi zaman alacaktır, ancak orta vadede Türk liderliği muhtemelen ülkenin siyasi muhalefetinden ve genel kamuoyundan gelecek sert eleştirilerden kaçamayacaktır. Altyapının hızla genişletilmesi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) 20 yıllık iktidarına damgasını vurdu ve ülkeyi yeni otoyollar, havaalanları, hastaneler ve kentsel konut inşaatlarındaki patlamayla adeta kapladı. Ancak bu durum, anti-sismik bina standartlarının uygulanmasına ilişkin soru işaretleri ya da kamu ihalelerinin standartların altında sosyal konutlar inşa eden siyasi yandaşlara verildiğine dair şüpheler nedeniyle AKP için geri tepebilir.
İlerleyen günlerde Türkiye’nin siyasi manzarasını daha önemli bir belirsizlik şekillendirebilir. Ülke genelinde 86 milyonluk nüfusun yaklaşık 16 milyonunun etkilendiği, muhtemelen on binlercesinin evsiz kaldığı, kimlik belgeleri de dahil olmak üzere tüm eşyalarının enkaz altında kaldığı ve birçok idari binanın enkaza döndüğü bir ortamda, 14 Mayıs’ta planlandığı gibi adil bir cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri düzenlemek mümkün olacak mı?
Şimdilik bu açık bir soru. Bugünün gündemi ise dayanışma ve hızlı insani yardım. Ancak depremin şok dalgaları önümüzdeki aylar boyunca Türkiye’nin siyasi manzarasını etkilemeye devam edecek gibi görünüyor.
Marc Pierini, Carnegie Europe’da kıdemli araştırmacı olarak çalışmakta ve araştırmalarında Avrupa perspektifinden Orta Doğu ve Türkiye’deki gelişmelere odaklanmaktadır.