Nefretin zaferi
Nefret, kolektif bir kimlik için “aynı”lık yanılsamasından, ulusal-ailesel bağlılık duygularından ve ortak sevgi dilinden çok daha birleştiricidir. Bu seçimlerde de, muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu’nun herkesi kucaklayan, pozitif ve farklılıkları kapsayıcı dili, nefret dili karşısında yeterli olamadı.
Seçimlerin ilk turunu bitirdik. Recep Tayyip Erdoğan % 50 sınırına dayansa da ilk turda seçimleri alamadı. Bay Kemal ise RTE’nin 5 puan gerisinde kaldı. Diğer 5 puan ise, kibar ultra milliyetçi Sinan Oğan’a gitti. AKP ve Cumhur ittifakı milletvekili seçimlerinin de galibi olarak çıktı.
Erdoğan, artık seçimlerde gelenek haline gelen balkon konuşmasında, halkın seçimini “talimatları Kandil’den alan” muhalefetin değil, “talimatlarını Rabbi’nden alan” Cumhur ittifakından yana kullandığının altını çizdi.
Böylece, ikinci tura giden 15 gün boyunca izleyeceği propagandanın da rengini belli etti. Gene, nefret, terör tehdidi, devletin bekası korkutmaları etrafında, kendilerinden olmayanların vatan hainlerine dönüştürüldüğü seçim söylemlerinin devam edeğinin işaretini vermiş oldu.
Bu seçimlerde bir kez daha gördük ki, Erdoğan’ın, bakanlarının ve Cumhur ittifakı liderlerinin kullandıkları saldırgan, tehditkar dil halk kesiminde hala kabul görüyor. Temcit pilavı gibi her mitingde, her açıklamada, konuşmada karşımıza çıkan; devletin bekası, güvenlik, istikrar, muhalefetin teröristler ile işbirliği yaptığı gibi korku salan, nefret dili, geniş halk kitlelerinde yankı buluyor.
Sadece bu kadarla kalmayıp, iktidar kesiminin seçim konuşmalarında daha önce de değindiğim, kutsal değerler! ve din etrafında kurgulanan, rasyonel aklın “bu deli saçmalıklarına kim inanır!” diyeceği türden yalanlara (“Diyaneti kaldıracaklar”, “herkesi LGBT olmaya zorlayacaklar”…) inananların çokluğu da şaşırtıcı boyutlarda.
Yani, hiçbir şey vaadetmeyen, “soğan-patatese, bu liderinizi siz kimseye yedirtmezsiniz” diyen RTE bir kez daha haklı çıktı. Demek ki, çoğunluk vatandaşın olmazsa olmazının soğan, patates, boş tencere, yatağa aç giden çocukların değil…, sadece güçlü “reisin” koruyabileceği dini-kutsal değerlerimiz ve milli bekamızın olduğunu bize bir kez daha gösterdiler.
Kendilerinden olmayanları nefret nesnelerine dönüştüren söylemler milliyetçi muhafazakar seçmenlerde her zaman karşılığını bulmuştur bu ülkede. Durkheim’in vurguladığı gibi, “tehdit altında bir vatan imajı” topluluk üyelerini öylesini bağlar ki, bu bilinci barış durumunda sağlamak çok güçtür. (2003, s. 78) Aidiyet, politik sadakat, cemaat duyguları ve ötekileri düşman olarak tanımlamak milliyetçiliği güçlendirdiği gibi, böylesi etnik-merkeziyetçi bir yaklaşımla, kendi kültürünün, inancının üstünlüğü de daha fazla sabitlenir. Kendine bir öznellik atfeder. “Bizim” dışında kalanlara göre, etnik bir üstünlük bilinci oluşur.
Carl Schmitt, “biz”in oluşumunda en iyi yolun, düşman simgesi üzerinden olduğunu belirtir. Schmitt’e göre, dost-düşman ayırımı politikanın temelidir. Hiçbir şey, insanları bir düşmana karşı olabileceğinden daha sıkı birleştiremez. “Biz”i tanımlamanın en iyi yolu, “bizden olmayan” karşıtlığıdır ve içte sağlanan birlik, dışa yönelik sınırı güçlendirir (Schmitt, 2005, XV). İdeal düşman, her yerde, her zaman karşımıza çıkabilecek sinsi güçlerdir.
Nefret, kolektif bir kimlik için “aynı”lığın yanılsamasından, ulusal-ailesel bağlılık duygularından ve ortak sevgi dilinden çok daha birleştiricidir. Bu seçimlerde de, muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu’nun herkesi kucaklayan, pozitif ve farklılıkları kapsayıcı dili, nefret dili karşısında yeterli olamadı. Ötekini düşmanlaştırıcı dile karşın, farklılıklar ile birlikte barış içinde yaşayabileceğimiz bir gelecek vaadi çoğunluğun kemikleşmiş inanç kabuklarına nüfuz edemedi. En yoksul kesimlerin ekonomik koşullarını biraz düzeltebilecek önlemleri açıklıkla dile getirmesi, depremzedelere bedava konut verme sözleri, çocukların aç kalmayacağı bir Türkiye projesi bile, iktidarın nefret dilinin etrafında kilitlenmiş kitleleri ikna edemedi.
Ve şimdilik nefretin ittifakı hala iktidar duvarını zorluyorsa da, bize kalmış % 44,89 umutla ikinci tura doğru ilerliyoruz.
Ref.
Durkheim, Émile (2003), Les formes élémentaires de la vie religieuse, Presses Universitaires de France, Paris
Schmitt, Carl (2005), Poitical Theology, University of Chicago Press, Chicago